30 Ekim 2009 Cuma

HAYAT KURTARAN 7 BESİN

Kalbi koruyor* BADEM: Her gün, bir çay fincanın yarısını dolduracak miktarda, yani 30 gram badem yemeyi ihmal etmeyin. Omega-3 asitli yağları açısından oldukça zengin bir besin olan badem, kandaki kötü kolesterol (LDL) oranını yüzde 4.4 oranında düşürüyor. Badem böylece damar tıkanıklıklarını önleyerek, dolaşım sisteminin düzenli olarak çalışmasını sağlıyor; kalbi koruyor.
Diyabeti önlüyor* KAHVE: Günde iki fincan kahve, özellikle orta yaşlardan sonra görülen Parkinson ve Tip-2 diyabete karşı vücudu koruyor. Kahvede bulunan kafein maddesi, diyabete yakalanma riskini yüzde 35 azaltıyor. Ayrıca ağrı kesici özelliği de bulunuyor. Ancak kahveyi mutlaka kalsiyum deposu olan sütle için. Böylece kafeinin kemikleri zayıflatmasını engellemiş olursunuz.
Sinirleri rahatlatıyor
* TARÇIN: Her yemekten sonra içinde bir miktar tarçın bulunan bir tatlı yemeyi unutmayın. Tatlı yemek istemiyorsanız, küçük bir çay kaşığı dolusu tarçını doğrudan suya ekleyerek içebilirsiniz. Tarçın kan şekerini düzenliyor, ayrıca sinir sistemini rahatlatıyor. Öte yandan köri baharatının içinde bulunan Tumerik adlı maddenin eklem iltihabını ve romatizmayı önlediğini unutmayın. 
Patatesi haşlayın* PATATES: Antioksidanlar yönünden çok zengin. Amerikan Tarım Dairesi'ne göre en yararlı 100 besinler arasında 17'nci sırada yer alıyor. Akciğer kanseri, diyabet ve kalp krizine karşı koruyor. Ancak patatesi kızartmak yerine, yağsız bir şekilde haşladıktan veya fırında pişirdekten sonra yemeyi tercih edin.
Kaslar için faydalı
* SEBZE ÇORBASI: Doyurucu ancak kalorisiz bir yiyecek olduğu için özellikle kilo vermek isteyenlerin bir numaralı tercihi. Ayrıca, özellike sebze çorbası sodyum bakımından zengin. Bir kase sebze çorbasında 500 miligram sodyum bulunuyor. Sodyum, sinir sistemi ve kasların düzenli olarak çalışmasını sağlıyor. Ayrıca vücuttaki sıvı miktarının dengesini düzenliyor. Ancak günde 1500 miligramdan fazla sodyum tansiyon ve kalp rahatsızlıkları konusunda tam bir ters etki yaratıyor. 
Kansere karşı birebir
* ZEYTİNYAĞI: Zeytinyağı kanser riskini azaltıyor. Günde 25 ml. zeytinyağı alanların idrarlarında, hücrelere zarar veren '8oxodG'adlı maddenin seviyesinin azaldığını ortaya çıkardı. Zeytinyağı kanserin yanısıra iyi kolesterol (HDL) oranın artmasını sağlayarak kalbi koruyor. 1 çorba kaşığı zeytin yağında 120 kalori bulunuyor. Bu nedenle günde 6 çorba kaşığını geçmeyin. 
Kanseri engelliyor* ÇAY: Siyah veya yeşil olsun, çayın her türü kanser riskinin azaltılmasında etkili bir rol oynuyor. Çay, kadınlarda rahim kanserine yakalanma riskini yüzde 50 azaltıyor. Göğüs kanseri içinse bu oran yüzde 60'a kadar çıkıyor. Çay ayrıca Alzheimer ve kalp krizine karşı vücudu koruyor.

ÜNLÜ HANNAH MONTANA NIN RESİMLERİ

Hannah!!


21/9/2009 · Kategori: HANNAH MONTANA

smileymiley - hannah-montana wallpaper



smileymiley - hannah-montana wallpaper


Hannah montana secret Pop Star - hannah-montana wallpaper

Hannah montana secret Pop Star - hannah-montana wallpaper

miley - hannah-montana wallpaper
miley - hannah-montana wallpaper

BİLGİSAYAR NEDİR?

I. Bilgisayar Nedir?
Bilgisayar, kullanıcıdan aldığı verilerle aritmetik ve mantıksal ve işlemleri yapabilen ve yaptığı işlemlerin sonucunu saklayabilen. Sakladığı bilgilere istenildiğinde ulaşılabilen elektronik bir makinedir.
Bu işlemleri yaparken veriler girilir, işlenir, depolanabilir ve çıkışı alınabilir. Bilgisayar işlem yaparken hızlıdır, yorulmaz, sıkılmaz. Bilgisayar programlanabilir. Bilgisayar kendi başına bir iş yapmaz.
Giriş: Kullanıcı tarafından ya da bilgisayar tarafından sağlanan verilerdir. Bu veriler, sayılar, harfler, sözcükler ve komutlardır. Veriler giriş birimleri tarafından toplanır.
İşlem: Gereken verilere göre, programın yetenekleri ölçüsünde yapılan işlemler.
Bellek: Verilerin saklandığı yerdir. Giriş yapılan veriler, işlenen veriler bellekte saklanır.
Çıkış: Bilgisayar tarafından üretilen rapor, belgeler. İşlenmiş sonuçların yazılı olarak ekrandan veya diğer çıkış birimlerinden çıkarılmasıdır.
Bir bilgisayar sistemi donanım ve yazılım sistemlerinden oluşur:
Bilgisayar donanımı (hardware): Bilgisayarların fiziksel kısımlarına donanım denilmektedir. Elle tutulabilirler. Ekran, klavye, Sabit disk (harddisk), fare, yazıcı, bellek, mikroişlemci, tarayıcı gibi bileşenler donanımdır.
Bilgisayar yazılımı: Donanımı kullanmak için gerekli programlardır. Bilgisayarın nasıl çalışacağını söylerler. Elle tutulmazlar. Belirli bir işlemi yapmak üzere bilgisayarda çalışırlar.
Bilgisayar yazılımı iki ana bölüme ayrılır: Sistem programları ve paket programlar. Sistem programları, işletim sistemi ve diğer destek programlarıdır. Örneğin Windows işletim sistemi bir sistem yazılımıdır. Paket programlara örnek olarak ise bir ticari programı gösterebiliriz. Paket programlar faturanın kesilmesini gibi kullanıcı için bir işlemin yapılmasını sağlar.


II. Bilgisayarın Tarihi
Bilgisayarlar, bir program temelinde işlemleri yerine getiren elektronik aygıtlardır. Bilgisayarın tarihi insan oğlunun aritmetik ve matematik alanındaki çalışmalara paralel olarak gelişmiştir. İnsan oğlunun kullandığı ilk hesaplama aracı olan abaküs, bilgisayarın (computer) atası sayılır. Daha sonra bu alanda yapılmış çok sayıda mekanik aygıt bilgisayarın bugünkü haline gelmesine neden olmuştur.
Ardından 1945 yılında ENIAC adı verilen ilk elektronik bilgisayar Amerika'da bir Üniversite de geliştirilmiştir. ENIAC, 30 ton ağarlığında, 20,000 vakum tüpünden oluşan dev bir makineydi.
ENIAC dahil bütün bilgisayar aygıtlarının amacı verileri işlemekti. Veri işlemek (data processing): verileri (input) almak ve üzerinde değişik işlemleri yapmak. Ardından da çıktı (output) olarak ekranda ya da kağıt üzerinde sonucu vermekti.
Ancak zaman içinde daha küçük bilgisayarlar geliştirildi. 1980 yılında IBM firması, Microsoft MS-DOS ile çalışan IBM PC bilgisayarını piyasaya sürdü. Bu adımın ardından bilgisayar donanımı ve yazılım artık büyük bir endüstri haline gelerek bugünlere geldi.


ALİ SUAVİ'NİN HAYATI VE BİLİNMEYEN YÖNLERİ!

Ali Suavi'in Hayatı ve Eserleri
Osmanlı Devletinin son zamanlarında yetişen yazar ve ihtilalci. 1839 senesinde İstanbul’un Cerrahpaşa semtinde doğdu. Babası Çankırı’nın Çay köyünden olup, İstanbul’da yerleşmiş kağıt mühreciliği (parlatmacılığı) yapan Hüseyin Ağadır. Davutpaşa İskele Rüşdiyesinde bir kaç sene okuyan Suavi, medrese tahsili görmemiş olup, cami dersleriyle kalmıştı. Bu sebeple daha sonraları cami vaizliği yaptığı dönemlerde halkın diliyle ve çok kere de mantıkiyle konuşurdu. Suavi, Sami Paşanın maarif nazırlığı sırasında girdiği imtihanda başarı göstererek, Bursa Rüşdiyesine muallim-i evvel tayin edildi. Ancak ahlaki düşüklüğü dolayısıyla hakkında yapılan şikayetler artınca, bir sene sonra Bursa’dan ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Bir müddet Rüşdiyede baş muallimlik vazifesinde bulundu. Bu sırada hacca giden Ali Suavi, dönüşte Sami Paşanın himayesiyle Filibe Rüşdiyesine hoca olarak tayin edildi. Daha sonra Sofya’da ticaret mahkemesi reisliği, Filibe’de tahrirat müdürlüğü yaptı.
1867 senesinde İstanbul’a dönen Suavi, bir taraftan Şehzade Camiinde vaazlar veriyor, diğer taraftan Filip Efendinin Muhbir adlı gazetesinde yazarlık yapıyordu. Bir süre sonra devlet aleyhinde şiirler yazmaya başladı. Bu durum, gazetenin kapatılmasına ve Ali Suavi’nin Kastamonu’da ikamete mecbur edilmesine yol açtı. Kastamonu’dayken Mustafa Fazıl Paşanın daveti üzerine kaçıp Paris’e gitti. Paris’te Mustafa Fazıl Paşa ve arkadaşlarıyla yapılan toplantıdan sonra, burada alınan karar üzerine Muhbir Gazetesini çıkarmak için Londra’ya gitti. Gazetenin daha ilk nüshalarından itibaren kararlaştırılmış hedeflerin dışına çıktığı görüldü. Bu yüzden Yeni Osmanlılar ve diğer erkan ile arası bozuldu. Namık Kemal ve Ziya Beyin desteklerini çekmeleri üzerine gazete kapanmak zorunda kaldı.

Londra’da bir İngiliz kızı ile evlenen Ali Suavi, Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra İstanbul’a geri döndü. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın mabeyn feriki olan İngiliz Said Paşanın yardımı ile Galatasaray Sultanisine müdür tayin edildi. Kötü idaresi ile mektebi karıştırması, perişan tavırları ve Türk halkının örf ve adetlerine uymayan davranışları yüzünden kısa zaman sonra bu görevden azl edildi. Bu olaydan sonra Abdülhamid Hana ve idaresine düşman kesilen Ali Suavi, Sultan’ı tahttan indirmeye ve yerine beşinci Murad’ı padişah yapmaya karar verdi. Bu konuda İngilizlerin de desteğini sağladı. Bunun için gizli olarak çalışmaya başladı. Etrafına topladığı beş yüz kadar göçmen ile 20 Mayıs’ta Beşinci Murad’ın bulunduğu Çırağan Sarayı’nı basarak, beşinci Murad’ı dışarı çıkardı. Bu sırada yetişen Beşiktaş muhafızı Hasan Paşanın vurduğu bir sopa darbesiyle Ali Suavi, olay yerinde öldü (1878). Yıldız Sarayı civarında bir yere gömüldü. Bugün yeri kaybolmuştur. İngiliz olan karısı Mary, olay gecesi yalıda bulunan belgeleri yaktıktan sonra derhal kendisini bekleyen gemi ile Londra’ya kaçtı (Bkz. Çırağan Vak’ası).

Ali Suavi daima ön safta bulunmak isteyen, övülmeyi seven, yalan söylemekten çekinmeyen ve dostluğuna güvenilmeyen bir kişiliğe sahipti. Onun bu şahsiyetini iyi değerlendiren İngilizler, kendisini istedikleri biçimde yetiştirmişler ve kullanmışlardır. Nitekim o, rejim meselesinde İngiliz parlamentarizmine benzeyen bir meşrutiyet arzusunu daimi olarak dile getiriyordu.

Diğer taraftan klasik medrese tahsili bile görmeyen Suavi, belli çevrelerce muhaddis ve hatta müctehid gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Suavi, dinde reform yapmak gerektiğini, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını ısrarla savunmuştur. Suavi’nin bu fikirleri daha sonra Cemaleddin Efgani adlı yine bir İngiliz ajanı tarafından geliştirilecektir.

Namık Kemal’in Abdülhak Hâmid’e gönderdiği bir mektubunda, Ali Suavi hakkında söylediği şu sözler bir hayli düşündürücüdür: “Ali Suavi hiç de senin tahminin gibi bir adam değildi. Bir çehre nümayişine aldanmışsın. Onunla iki sene arkadaşlık ettim. O öyle bir adamdı ki, garazkâr ve dünyada misli görülmedik bir şarlatandı. Ben her şeye öyle kolay inanmadığım halde, bana kendini yedi-sekiz dil biliyormuş gibi gösterdi. O kadar cahil, cehaletiyle beraber o kadar mağrurdu. Türkçe üç satır bir şey yazsa, aleme maskara olurdu.”

Ali Suavi’nin bilinen eserleri; Kamus-ül-Ulum vel-Maarif, Ali Paşa’nın Siyaseti, Hukuk-üş-Şevari ve Hive Hanlığı’dır.


MÜNEVVER KARABULUT CİNAYETİ

Münevver cinayetinde şok iddia!
Münevver cinayetinde şok iddia!
06 Eylül 2009 Pazar 11:49
Ortaya öyle bir iddia atıldı ki Cerrah konusunda kafalar karıştı. Eğer doğruysa bu iddia Cerrah'ı götürür!
Münevver Karabulut cinayetinde iki şok iddia ortalığı karıştırdı. İddiaya göre Emniyet Müdürü Cerrah ile katil zanlısı Cem Garipoğlu'nun amcası Hayyam Garipoğlu 3 kez bir kurye aracılığı ile görüştü. İkinci şok iddiaya göre de Cem Garipoğlu'nun Emniyet'te gözaltında iken görüntüleri bulunuyor.

Münevver Karabulut cinayetinde şok iki iddia gündeme bomba gibi düştü. İddialara göre dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ile Cem Garipoğlu'nun amcası Hayyam Garipoğlu, 3 kez bir kurye aracılığı ile görüştü. İkinci şok iddiaya göre de Cem Garipoğlu'nun Emniyet'te iken görüntüleri bulunuyor.

Bahçeşehir'de lüks villada öldürüldükten sonra başı gövdesinden ayrılarak bir gitar kutusu içinde Etiler'de bir çöp konteynerına atılan Münevver Karabulut cinayetinin ardından 187 gün geçmesine rağmen cinayet üzerindeki spekülasyonlar artarak sürüyor. Vahşi cinayetin ardından İnterpol'den 'kırmızı bülten' çıkaran polis dünyanın her yerinde Münevver Karabulut'un katil zanlısı Cem Garipoğlu'nu arıyor. Polis 187 gündür henüz Cem Garipoğlu'nu yakalayamazken, Yeni Şafak, gündemi sarsacak iki şok iddiaya ulaştı.

SKANDAL GÖRÜŞME

Yeni Şafak'ın ulaştığı bilgiye göre dönemin Emniyet Müdürü, şimdiki Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah ile Cem Garipoğlu'nun amcası Hayyam Garipoğlu, 3 kez bir kurye aracılığı ile görüştü. İstanbul'da gerçekleşen görüşmelerde neler konuşulduğu hala bilinmiyor. İkinci şok iddiaya göre de Cem Garipoğlu'nun Emniyet'te gözaltında iken görüntüleri bulunuyor. Yeni Şafak'ın ulaştığı bir kaynak cinayet günü Cem Garipoğlu'nun gözaltına alındığını, fakat bilinmeyen bir nedenle serbest bırakıldığını ileri sürdü. İddiaya göre Cem Garipoğlu'nun emniyetteki görüntüleri soruşturmayı yürüten savcılıkta da bulunuyor. Görüntülerde Cem Garipoğlu'nun güvenlik kamerası görüntüleri yer alıyor


CEM GARİPOĞLUNUN BİLGİSAYARINDA ŞOK BİLGİLERİN YER ALDIĞI BİR DOSYA BULUNDU!

Cem Garipoğlu'na ait laptopta şok bilgilerin yer aldığı bir dosya bulundu.
Münevver Karabulut’un katil zanlısı Cem Garipoğlu’nun, savcılığın “satanizm şüphesinin araştırılması amacıyla” ikinci kez inceleme talep ettiği laptop’undaki yazışmalara göre Garipoğlu kendisine “gerizekâlı kalas” diyen Münevver’e alışveriş merkezinde tokat atmış, ardından da “El kendiliğinden gidiyor işte” diye savunma yapmış

Levent’te bir çöp konteynerinde başı gövdesinden ayrı şekilde cesedi bulunan 17 yaşındaki Münevver Karabulut’un katil zanlısı Cem Garipoğlu’nun, savcılığın “satanizm şüphesinin araştırılması amacıyla” İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden ikinci kez inceleme talep ettiği laptop’undaki veriler ilginç detaylar içeriyor.
MSN yazışmalarında, Cem Garipoğlu’nun kendisine “gerizekâlı kalas” diyen Münevver’e alışveriş merkezinde tokat attığı, ardından “El kendiliğinden gidiyor işte” diyerek savunma yaptığı görüldü.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan ve savcılığa ulaştırılan inceleme sonucunda, cinayeti aydınlatabilecek çok önemli bilgilere ulaşıldı. Garipoğlu’nun bilgisayarında satanizm şüphesini doğrulayacak hiçbir işaret bulunamazken, incelenen yazışma, fotoğraf ve bilgiler Garipoğlu’nun profilini ve genç kızla ilişkisinin boyutlarını açıkça ortaya koydu.
Bilgisayarda en dikkat çekici bilgiler ise Garipoğlu’nun “Zeytinburnu sürtüğü” adını verdiği klasörün içinden çıktı. Garipoğlu’nun Karabulut ile yaptığı tüm MSN konuşmalarını tarih sırasına göre kaydettiği anlaşıldı. Garipoğlu’nun bu kayıtları neden sakladığı ise merak konusu oldu.

Burgaz Rakı’ya CEO olacağım
Garipoğlu, genç kızla yazışmalarında ailesinden bahsetmeyi çok tercih etmiyor ancak işiyle ilgili bilgi veriyor. TMSF’nin el koyduğu Burgaz Rakı’nın ortaklarından Mehmet Nida Garipoğlu’nun oğlu Cem, “İstanbul Bölge Müdürü olduğunu, birkaç ay sonra Türkiye genel müdürü olacağını, sonra CEO’luk yapacağını” söylüyor.
Münevver’in şaşırmasının ardından “En son da babamın koltuğuna geçeceğim” diyen Garipoğlu, “Sıra abinde değil mi?” sorusuna, “Onun işi rakı değil” diyerek yanıt veriyor. Garipoğlu, şirket CEO’larının bile ne zaman çağırsa gelmek zorunda olduklarını, böyle bir maddenin sözleşmeye eklendiğini anlatıyor.

Kıskanç sevgili
Garipoğlu, aynı zamanda oldukça kıskanç bir sevgili. Münevver’in başka erkeklere bakmasını, beğenmesini çok kıskanan Garipoğlu, aynı zamanda sevgilisinin kız arkadaşlarından büyük ilgi görüyor. Facebook aracılığıyla Münevver’in arkadaşlarının Cem’e arkadaşlık daveti göndermesi ikili arasında soruna neden oluyor. Bunun yanı sıra, ikili düzenli olarak sinemaya gidiyor, özel günleri kutluyor, hediyeler alıyor, birbirlerine “bebeğim” diye hitap ediyor ve romantik yazışmalar yapıyor. Ancak kavgaları da bir o kadar şiddetli oluyor. Tartışmalarının nedenleri arasında, kıskançlıklar başta geliyor.
Münevver’in zaman zaman “çakal, reis, asansörcü, sinemacı, üst katçı, odun” diye hitap ettiği Cem’in hobileri arasında ise yemek yapmak geliyor. Garipoğlu, babası aşcı olan Münevver’i yemekleriyle etkilemek için haftada üç gün yemek dersi alacağını söylüyor.

El kendiliğinden gidiyor
İki ayrı tarihteki MSN kayıtları Garipoğlu’nun Münevver’e iki kez tokat attığını gösteriyor.
C: Hiç merak etme her şey daha iyiye gidiyor
M: İnşallah bebeğim. Şakaları azaltacağım artık
C: Öyle ama...
M: Tokatları yiyorum yoksa.
...
M: Ben kendime gerizekalı, kalas demeyi yakıştırmıyorum. Bugün öyle dedim senin yüzünden. Hoş değil.
C: Sen bana dedin. Ben de sana tokat attım. Her şey karşılıklı.
M: Kıza el kalkmaz. Öğren bunu. Cidden ayıp.
n C: Ben bu geleneğimi seninle bozdum.
M: Senin baban annene vuruyor mu? Benim babam hiç vurmadı, el kaldırmadı.
C: Eeee. Canım ben bu geleneğimi sen olmazsan bozmayacaktım. Senin sayende bozdum.
M: Benim suçum ne?
C: El kendiliğinden gidiyor işte. Sen bir şey diyorsun, benim de elim kendiliğinden gidiyor.
M: Ne demek? Sahip çık eline. Alışma bence. Müsaade etmem.
C: İyi iyi.

Cem, ağabeyine çok benziyor
Cem Garipoğlu’nun Moskova’da yaşayan abisi Levent Garipoğlu ile inanılmaz benzerliği dikkat çekiyor. Daha önce Cem Garipoğlu’nun Moskova’da görüldüğü iddia edilmiş, ancak ihbar edilen kişinin aslında Levent Garipoğlu olduğu ortaya çıkmıştı. Cem Garipoğlu’nun bilgisayarında bu benzerliği kanıtlayan fotoğraflar da yeralıyor...


CEM GARİPOĞLU TESLİM OLDU!

Münevver Karabulut'un 197 gündür saklanan katil zanlısı cem  garipoğlu,sabaha karşı iyice düşünülmüş bir planla teslim oldu.


Herşey Cem'e psikolojik bir zemin yaratmak için organize edildi.Cem avukatla buluşmak için
avukatına telefon açtı.Avukat hemen Arif ismindeki dedektifi aradı.Dedektif heyecandan sesi titreyen avukatı sakinleştirdi ve buluşma yerini bildirdi.Cem ile buluşan avukat katil zanlısını teslim etti.

           CEPTEKİ MESAJLARI GÖRÜNCE ÇILDIRDIM!


   Cem garipoğlu,korkunç cinayeti şöyle anlattı:"Mutfakta su alırken,Münevver'in telefonundaki sevgilim,canım gibi mesajları görünce çok öfkelendim.Tartışıp itiştik.Elime geçen meyve bıçağı ile  üç kez karnına vurdum."   

   
"Yere düşüp kımıldamadığı için öldüğünü düşündüm.Bodrumdan bir bavul alıp geldim. İçine sığmadı.Bahçe kapısından çıkıp nalbura gittim.Testere satın alıp koşarak eve geldim.Kafasını testere ile kestim.Vücudunu bavula,kafasını gitar kutusuna yerleştirdim.Duraktan korsan taksi çağırdım."    



CEM GARİPOĞLUNUN İFADELERİ

"Evimizin üç ayrı giriş kapısı var.Daha önceki girişlerimizde hiç burdan geçmediğimiz için havuz kapısından girerek Münevver'in görmesini istedim.Anahtar olmadığı için ben ön kapıdan girerek onu içeri aldım.İkinci katta oturma odasında oturduk,sohbet ettik ve ileriye gitmeden seviştik.Bu arada iki duble votka içtim.Mutfaktada bir duble içtim.Münevver için su alırken cep telefonunu karıştırdım.Mesaj kısmında"SEVGİLİM,CANIM"gibi şu an deteyını hatırlayamadığım bir kaç mesaj gördüm.Mesajların kimler tarafından gönderildiğini sorduğumda beni geçiştirmek istedi."BUNLAR BOŞ ŞEYLER BEN SENİ SEVİYORUM"dedi.
Ancak ben onu sevdiğim için çok öfkelendim.Tartışmaya başladık.Tartışma itişmeye kadar gitti.Mutfaktan meyve bıçağını elime alıp cinnet geçirerek Münevverin karnına vurdum.Daha sonra iki darbe daha vurduğumu hatırlıyorum."dedi



MÜNEVVER CİNAYETİ

Baba Mehmet Nida Garipoğlu, ifadesinde, "Biz cinayet işlemedik, işlediyse Cem işlemiştir" dedi. Çift serbest bırakıldı.

Münevver Karabulut cinayetinin kronolojisi. İşte tüm haberler gelişmeler ve varsayımlar!

Vücudu bavula, kafası gitar kılıfına konduktan sonra Etiler’de çöp konteynerine atılan Münevver Karabulut’u öldürdüğü suçlamasıyla aranan erkek arkadaşı Cem G.’nin annesi Tülay Makbule G. ile babası Mehmet Nida G.’nin üzerlerindeki giysilerde de kan bulundu. Giysilerdeki kan DNA incelemesinde Münevver Karabulut’a ait çıktı. Bahçeşehir’deki villada bulunan kanın da Münevver’e ait olduğu belirlenmişti.

Cem G.’nin babası Mehmet Nida G., polisteki ifadesinde suçlamaları reddetti. Mehmet Nida G., "Olay günü oğlum aradı. ’Canım sıkılıyor. Beni dolaştır’ dedi. Eve gittim. Odasına çıktım. Kardeşi alt kattaydı. Anormal bir şey yoktu. Birlikte çıktık. Dolaştırdım. Etiler’de bir kafenin önüne bıraktım. Bir daha Cem’i görmedim. Biz cinayet işlemedik. İşlediyse Cem işlemiştir. Ama biz buna inanmıyoruz" dedi.

YERDE KUSMUK LEKESİ GÖRÜNCE 'YİNE İÇTİN Mİ' DEDİM

Olayın olduğu akşam küçük çocuğu ve çocuğuna ders veren İngilizce öğretmeniyle birlikte eve geldiğini belirten anne T.G.'nin, "İngilizce öğretmeni, 12 yaşındaki diğer çocuğumla birlikte ders çalışmak için odaya gitti. Ders bittikten sonra da öğretmen evden ayrıldı. Çocuklar acıktığı için yemek hazırlamaya başladım. Yemek yediğimiz orta katta yerde kusmuk lekesi gördüm. Büyük oğlumu da görünce 'Yine içtin mi' diye söylendim. Bu sırada eve babası geldi. Ben de 'Oğlunla konuş, alkol almış olabilir' dedim" diye ifade verdiği öğrenildi.

Tülay Makbule G. ile eşi Mehmet Nida G., dün, Sultanahmet’teki İstanbul Adliyesi’ne sevk edildi. Savcı Faruk Erşen Yılmaz, çifti adam öldürmeye iştirak suçlaması ile mahkemeye sevk etti. Makbule G. ve Mehmet Nida G. çifti serbest bırakıldı. Villadaki aramada Cem’in kanlı elbise ve çorapları bulundu. Cem’in giysilerindeki kanın da Münevver’a ait olduğu anlaşıldı. Korsan taksinin arka koltuğundaki kan izleri nedeniyle polis, koltuktan parça kesip aldı. Kan örnekleri Münevver’in kanıyla karşılaştırılacak.

Nida GARİPOĞLU'nun resmi

BU CUMHURİYET ŞİİRİ!

Bu Cumhuriyet
Ümmetten kurtulup özgür bireye
Varmanın, yoludur bu Cumhuriyet
Hacıya, hocaya, dedeye beye
Karşıdan durmaktır, bu Cumhuriyet

Yıkarak kulluğu, olunur yurttaş
Herkes eşit olur, herkes vatandaş
Barış ortamında, herkesler kardaş
Bunları var eder, bu Cumhuriyet

Serbestçe kararlar verip almayı
Yaşamda her zaman kendin olmayı
Aklı duygulardan öne koymayı
Öğretendedir özde, bu Cumhuriyet

Doğmadan arınıp, bilimselliğe
Sanata, tekniğe, dirimselliğe
Güdümden kurtulup, hep kendinliğe
Kavuşmaktır özde, bu Cumhuriyet

Tiranlık, krallık, ve despotluğu
Teokrasi, baskı ve Monarklığı
Oligarşi, ağa, bey ve hanlığı
Yıkmaktır özünde, bu Cumhuriyet

Demokrasi onun, en büyük savı
Yok ise olgunluk, bulmazsın tavı
Her zaman her yerde, tutuşan kavı
Engeller elbette, bu Cumhuriyet

Çağdaşlığa döner, onu yaşayan
Uzak kalmaz, ondan ışık taşıyan
Aklı ve istenci, ona bağlayan
Vazgeçilmez olur, bu Cumhuriyet

Kara sabandan, fabrikalaşmaya
Köylülükten çıkıp, kentli olmaya
Uygarlığı bilip, onu bulmaya
Yönlendirip taşır, bu Cumhuriyet

Dünyada barışı, hep savunmayı
Emperyal olana karşı durmayı
Her zaman bağımsız ulus kalmayı
Korumayı güder, bu Cumhuriyet

Aymazın, duymazın, özünü bilen
Doğruyu, gerçeği, halka söyleyen
Halk ile ağlayıp, halk ile gülen
İnsanlar yaratır, bu Cumhuriyet

Yıktı Padişahı, var etti halkı
Yönetim erkine kattı bu halkı
İstendi ki bu halk, döndürsün çarkı
Laiklik yaşattı, bu Cumhuriyet

Hilafet yok oldu, kalktı sultanlık
Yurttaş bilinciyle, kalmadı hanlık
Aydınlığa döndü, onca karanlık
Benliği var etti, bu Cumhuriyet

Zamanım seninle, irşat olmuştur
Gerçek aydınlığı, sende bulmuştur
Her zaman özüyle, bağlı kalmıştır
Halkın güneşidir, bu Cumhuriye
t

29 Ekim 2009 Perşembe

TÜRKLERİ KOBAY OLARAK KULLANACAKLAR


Sağlık eski Bakanlarından MHP Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş, domuz gribi aşısıyla ilgili "insanlarımız denek olarak kullanılacak" iddiasında bulundu. Durmuş Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın aşıyla ilgili "Amerika'da yapılan deneysel testleri Amerika da aşılama başladı' şeklinde kamuoyuna yansıttığını belirterek "Sayın Bakanın bu davranışı ahlaki olarak sorgulanmalıdır" dedi. Domuz gribi konusunda paniğe de aşıya da büyük ihtiyaç olmadığını söyleyen Durmuş, kendisinin ve ailesinin gripten korunmak için koruyucu tedbirlere başvuracaklarını ve aşı olmayacaklarını söyledi. Durmuş, Afyon Milletvekili Abdülkadir Akcan ve Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy'la birlikte Meclis'te düzenlediği basın toplantısında domuz gribi aşısıyla ilgili tartışmaları değerlendirdi. Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın Şubat-Mart aylarında grip aşısı yapılmazsa 21 milyon kişinin hastalanacağı ve 5 bin 300 kişinin öleceği kehanetinde bulunduğunu söyleyen Durmuş, "AKP iktidarında istiareye yatan ilk kahin Recep Akdağ da değildir. Bayan Unakıtan'ın Cleveland istiaresi hepinizin malumudur" dedi."İNSANLARIMIZ DENEK OLARAK KULLANILACAK"Tüm dünyada 1 yılda domuz gribi nedeniyle ölen hasta sayısının 4 bin 500 olduğunu, domuz gribinin daha hızlı yayıldığı halde mevsimsel gripler kadar korkutucu ve öldürücü olmadığını belirten Durmuş şöyle konuştu: "Aşının gerekliliği, etkinliği ve hem de öldürücü ve felç edici etkileri bilim çevrelerinde bir isteksizliğe ve karşı çıkışa yol açmıştır. Bakanlığın satın aldığı Smith Klein, Pastör ve Novartis'in aşılarında alüminyun ve skualen maddesinin bulunması ve aşının yumurta aşısı olması yan etkilerinin yüksek olmasına sebep olmaktadır. Medeni ülkelerde ilaç, aşı üretildikten sonra laboratuarda etkinliği, yan etkileri biyolojik olarak hayvan deneyleri ile güvenirliği test edildikten sonra insan uygulamalarına faz1 ve faz2 geçilir. Aşılarda faz1 uygulama daha çok üçüncü dünya ülkelerinde gönüllüler ve özendirme karşılığı yapılır. Faz2 geri kalmış ülke insanları üzerinde denenir. Türkiye'ye alınan bu aşıların henüz faz1 sonucu yoktur. Yani bizim insanlarımız denek olarak kullanılacak. Bakan açıklamasında Amerika'da gönüllüler üzerinde yapılan bu deneysel testleri, Amerika'da aşılama başladı diyerek yanlış bilgi veriyor. Bu davranışı ahlaki bakımdan sorgulanmalıdır. Ülkemiz insanının üçüncü dünya ülkesi vatandaşı gibi kobay olarak kullandırmak Bakan'a ne gibi bir itibar kazandıracaktır?""BEN DE AİLEMDE AŞI OLMAYACAĞIZ"Amerika ve Kanada'da domuz gribi hafif seyrettiği için okulların tatil ilan edilmediğini belirten Durmuş, Bilkent Üniversitesi ilköğretim okulundaki 4 vaka içinse "salgın başladı diye vaveyla yapıldığı"nı savundu. Durmuş "Vaveylaya gerek yoktur. Bakanlık öğrenciler için zehirli ilaçlama araçları yerine tüm okullarımıza lavabolara sıvı sabunluklar yerleştirip el yıkama, ağız ve gözün korunması ile ilgili hijyenik bilgiler basın yayın yolu ve okullardaki eğitimle öğrencilerimize halkımıza verilmelidir. Milli Eğitim Bakanı Orta Öğretim müfredatına ilk yardım ve sağlık bilgileri dersi koymalıdır" diye konuştu. Bakan Akdağ'ın açıkladığı domuz gribi aşısı için ödenecek 5000 milyon TL ile 25 hastane yapılabileceğini kaydeden Osman Durmuş, "Paniğe de aşıya da büyük bir ihtiyacımız yoktur. 40 milyon kişi aşılanarak ne fayda umulmaktadır? Deneysel çalışmalarının sonuçları alınmamış en çok ihtiyacı olan 4 yaşın altındaki çocuklara yapılması yasak ve birçok ülkenin aşılamaya karşı çıktığı bir ortamda bakanın insanları zorla aşı olmaya çağırması ve korkutması ne kadar doğrudur?" diye sordu. Durmuş kendisinin ve ailesinin gripten koruyucu önlemlerle korunacağını ve aşı olmayacaklarını söyledi."HAMİLELER KULLANMASIN" UYARISIBasın toplantısında soruları da yanıtlayan Durmuş, ölüm riskinin mevsimsel gripte daha fazla olduğunu, münferit vakaların salgın anlamına gelmediğini söyledi. AKP iktidarı döneminde Dünya Sağlık Örgütü'nün önerdiği tüm kuralların alt üst olduğunu da savunan Durmuş, bilim adamlarının da domuz gribi aşısının yapılmasından yana olduğunun hatırlatılması üzerine "Bazen yandaş bilim adamları oluyor" dedi. Durmuş domuz gribi aşısının kullanılmasını firmaların 4 yaşına kadar yasakladığını da hatırlatarak "4 yaşına kadar çocukların kullanması yasaksa ben tüm hamilelerin kullanmaması gerektiğini de söylüyorum" dedi. Durmuş domuz gribi aşısının ilk kimlerde kullanılması gerektiğine ilişkin soruya ise "AKP'lilerde kullanılsın" karşılığını verdi.-"İNSAN SAĞLIĞI TÜCCAR ZİHNİYETİNE KURBAN EDİLİYOR"-Toplantıda Afyon Milletvekili Abdülkadir Akcan da Türkiye'nin her yıl 500 milyon TL'lik aşı ithal edeceğini belirterek bu aşının Türkiye'de de üretilebileceğini söyledi. Akcan, "Tüccar zihniyeti anlayışıyla ülkemiz yönetiliyor. Bu zihniyete insanların sağlığı kurban ediliyor" diye konuştu.

ANKARA'DA DOMUZ GRİBİ

Sağlık Bakanlığı, Bilkent University Preparatory School (BUPS) İlköğretim Okulu'nda virüs tespit edilen vaka sayısının 26'ya ulaştığını açıkladı.
Sağlık Bakanlığı, Bilkent University Preparatory School (BUPS) İlköğretim Okulunda virüs tespit edilen vaka sayısının 26'ya ulaştığını açıkladı.Sağlık Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, Ankara'da bir ilköğretim okulunda, bir öğrenciden alınan numunede pandemik A (H1N1) virüsü tespit edildiği hatırlatıldı.Bu gelişme çerçevesinde vakanın yakın temaslılarına ulaşıldığı ve alınan numunelerde aynı okulla ilişkili, ilk vaka da dahil olmak üzere toplam 26 vakanın pozitif olarak tespit edildiği belirtilerek, bu vakalardan 21'inin öğrenci, 4'ünün veli ve 1'inin öğretmen olduğu bildirildi.Ülkedeki toplam vaka sayısının ise 518'e ulaştığı ifade edilen açıklamada, tüm vakaların genel durumlarının iyi olduğu, kontrol ve tedavilerinin evlerinde sürdürüldüğü, temaslılarına ulaşıldığı ve sağlık kontrollerinin yapıldığı kaydedildi.''GRİP BELİRTİLERİ OLAN ÇOCUKLARI OKULA GÖNDERMEYİN''Sağlık Bakanlığının yazılı açıklamasında, domuz gribinden korunmada alınması gereken önlemlere de yer verilerek, şöyle denildi:''Ailelere, grip belirtileri olan çocuklarını okula, dershaneye, kreş veya bakımevine göndermemeleri önerilmektedir. Bu durumda olan çocukların evlerinde kalmaları, dinlenmeleri ve mümkün olduğunca diğer kişilerle temas etmemeleri önemlidir.Tüm vatandaşlarımızın sık sık su ve sabunla ellerini yıkamaları, hastalığın bulaşmasını önlemede en önemli tedbirdir. Ayrıca, öksürük veya hapşırık esnasında ağzın ve burnun tek kullanımlık kağıt mendil ile kapatılması ve mendilin çöp kutusuna atılması veya kolun iç yüzüne hapşırılması, evlerimizin ve bulunduğumuz mekanların havalandırılması, özellikle sık dokunulan eşyaların ve yüzeylerin temizliğinin sağlanması, hastalığın bulaşmasının önlemesine yardımcı olan diğer tedbirlerdir.''Bakanlık tarafından hastalık hakkındaki güncel bilgilerin www.grip.saglik.gov.tr adresindeki basın açıklamaları bölümünde yayımlanmaya devam edeceği de belirtildi. 

İŞTE REKORTMEN TÜRKLER!

Tüm dünyayı kasıp kavuran Guinness Rekorlar Kitabı'nın 2010 baskısında birçok rekor Türkler'e ait. İşte o rekorlar ve rekortmen Türkler:

19 09 2009 05:12"Yaşayan en uzun adam" unvanıyla öne çıkan Sultan Kösen dışında en uzun burun, en büyük el baskısı resim, en büyük futbol forması ve halter alanındaki bir çok rekor Türklere ait. İşte rekortmen Türkler:
BETON BLOK KIRMA REKORU: Türkiye'deki GWR Günü kutlamaları kapsamında Ali Bahçetepe 14 Kasım 2008'de Türkiye Datça'da bir seferde 888 beton bloğu kırarak bir rekora imza attı.
En uzun el ve ayak: Sultan Kösen en uzun el ve ayak rekorunu da kimseye kaptırmadı. Kösen'in el bileğinden orta parmağının ucuna kadar 27.5 santimlik mesafe var. Topuktan ayak parmaklarına kadar ise 36.5 santim.
İlk kadın savaş pilotu rekoru: 21 Mart 1913 doğumlu Sabiha Gökçen ilk Türk kadın havacısı ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu oldu.
En büyük el baskısı resim rekoru: Erdem Örnek ve Tevfik Kuşoğlu İlköğretim Okulu'nun öğrencilerinin 2008'de Kars'ta yaptıkları 2.944,62 metrekarelik el baskısı resim.
En büyük futbol forması: 5 Nisan 2009'da İstanbul Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nda 71.35 metreye 79.15 metre boyutlarındaki Fenerbahçe forması.
Halter alanında: Erkekler 56 kg. koparma: 138 kg, silkme: 168 kg ve Erkekler toplam: 306 kg, Halil Mutlu, Sydney (2000)
En uzun burun rekoru: En uzun burun rekoru Türkiye'den Mehmet Özyürek'e ait. 31 Ocak 2001'de Özyürek'in memleketi Artvin'de yapılan ölçümlerde burun kemiği ile üst dudağı arasındaki mesafenin 8.8 santim olduğu belirlendi.

ŞEKER HASTALARINA UMUT VAR!

Montreal Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğretim üyelerinden Pierre Haddad, bir süreden beri üzerinde çalıştığı bilimsel araştırması ile ilgili yaptığı açıklamada, yabanmersini suyunun şeker hastası farelerde hastalığın ilerlemesini durdurduğunu söyledi. Yabanmersini suyunu, aynı meyvenin yapraklarından elde ettiği bir bakteri ile transformasyona tabii tuttuğunu anlatan Profesör Pierre Haddad, bu sayede son derece gelişmiş ve etkili bir antioksidan bulduğunu belirtti. Elde ettiği antioksidanı, ileri derece şeker ve şişmanlık hastası olan fareler üzerinde denediğini ifade eden Haddad, farelerdeki kritik değerlerde seyreden kan şekeri seviyesinin normale döndüğünü ve ayrıca şişmanlığın ilerlemesinin de yavaşladığını kaydetti. Profesör Haddad, yabanmersini suyunun kan şekeri seviyesi ve şişmanlığı önlemesinin bilimsel değerlerini belirleyebilmek için biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu ve bu aşamanın tamamlanmasının ardından denemenin insanlar üzerinde yapılacağını sözlerine ekledi.

ATATÜRK'ÜN HAYATI


ATATÜRK'ün HAYATI
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi. Atatürk'ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı.
Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi. Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti. 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip, İstanbul'da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu., Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır'a III. Ordu'ya atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı. 1911 yılında İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.
1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi.
Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı. Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.
1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir.
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi. Velihat Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyehatten sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde (Bakanlığında) göreve başladı.
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.
Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'I işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır:
Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı.
Çukurova, Gazi Antep, Kahraman Maraş Şanlı Urfa savunmaları (1919- 1921)
I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921)
Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)
Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922)
Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihanda
barış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı.

Atatürk Türkiye'yi "Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak" amacıyla bir dizi devrim yaptı. Bu devrimleri beş başlık altında toplayabiliriz:
1. Siyasal Devrimler:· Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)· Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)· Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)2. Toplumsal Devrimler· Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934)· Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925)· Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925)· Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934)· Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934)· Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü (1925-1931)3. Hukuk Devrimi :· Mecellenin kaldırılması (1924-1937)· Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937)4. Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler:· Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924)· Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928)· Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932)· Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)· Güzel sanatlarda yenilikler5. Ekonomi Alanında Devrimler:· Aşârın kaldırılması· Çiftçinin özendirilmesi· Örnek çiftliklerin kurulması· Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması· I. ve II. Kalkınma Planları'nın (1933-1937) uygulamaya konulması, yurdun yeni yollarla donatılması
Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi.
Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı.
15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu.
Atatürk özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'de Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven Atatürk Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı.
1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kızkardeşine, manevi evlatlarına, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı. Fransızca ve Almanca biliyordu.

ATATÜRK'ÜN SON YILLARI VE ÖLÜMÜ

Atatürk'ün ilk hastalık belirtisi 1937 yılında ortaya çıktı. 1938 yılı başlarında Yalova'da bulunduğu sırada, ciddî olarak hastalandı. Buradaki tedavi olumlu sonuç verdi. Fakat tamamen iyileşmeden Ankara'ya yaptığı yorucu yolculuk, hastalığının artmasına sebep oldu. Bu tarihlerde Hatay sorununun gündemde olması da onu yormaktaydı. Hasta olmasına rağmen, Mersin ve Adana'ya geziye çıktı. Kızgın güneş altında askerî birliklerimizi teftiş edip tatbikat yaptıran Atatürk, çok yorgun düştü. Ülkü edindiğimillî dava uğruna kendi sağlığını hiçe saydı. Güney seyahati hastalığının artmasına sebep oldu. 26 Mayıs'ta Ankara'ya döndükten sonra tedavi ve istirahat için İstanbul'a gitti. Doktorlar tarafından, siroz hastalığı teşhisi kondu.

Deniz havası iyi geldiği için, Savarona Yatı'nda bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etti. İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüştü. Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. 4 Temmuz 1938'de Hatay Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi Atatürk'ü çok sevindirip moralini düzeltti. Temmuz sonlarına kadar Savarona'da kalan Atatürk'ün hastalığı ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi. Fakat hastalığı durmadan ilerliyordu. O'nun hastalığını duyan Türk halkı, sağlığıyla ilgili haberleri heyecanla takip ediyor, bütün kalbiyle iyileşmesini diliyordu. Hastalığının ciddiyetini kavrayarak 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışladı. Ekim ayı ortalarında durumu düzelir gibi oldu. Fakat, çok arzuladığı hâlde, Ankara'ya gelip cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü törenlerine katılamadı.

29 Ekim 1938'de kahraman Türk Ordusu'na yolladığı mesaj, Başbakan Celâl Bayar tarafından okundu. "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!" sözü ile Türk Ordusu'nun önemini belirtmiştir. Yine aynı mesajda "Türk vatanının ve Türk'lük camiasının şan ve şerefini, dahilî ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni, her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır" diyerek Türk Ordusu'na olan güvenini belirtmiştir.

Atatürk 1 Kasım 1938'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış töreninde de bulunamadı. Hazırladığı açılış nutkunu Başbakan Celâl Bayar okudu. Atatürk bu nutkunda ülkenin imarı, sağlık hizmetleri ve ekonomi konularındaki faaliyetleri açıkladı. Bundan başka eğitim ve kültür konularına da temas edip gençliğin millî şuurlu ve modern kültürlü olarak yetişmesi için İstanbul Üniversitesi'nin geliştirilmesi, Ankara Üniversitesi'nin tamamlanması ve Van Gölü civarında bir üniversitenin kurulması için çalışmaların yapıldığını belirtti. Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarının çalışmalarından duyduğu memnuniyeti açıkladı. Ayrıca Türk gençliğinin kültürde olduğu gibi spor sahasında da idealine ulaştırılması için Beden Terbiyesi Kanunu'nun uygulamaya konulmasından duyduğu memnuniyeti belirtti. Atatürk, ölümüne kadar memleket meselelerinden bir an olsun uzak kalmamıştı.

Atatürk'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8 Kasımda sağlığıyla ilgili raporlar yayımlanmaya başlandı. Bütün memleketi tekrar derin bir üzüntü kapladı. Her Türk'ün kalbi onun kurtulması dileğiyle çarpıyordu. Ancak, kurtarılması için gösterilen çabalar sonuç vermedi ve korkulan oldu. Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, insan için değişmez kanun, hükmünü uyguladı. Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı. Bu kara haberle, yalnız Türk milleti değil, bütün dünya yasa büründü. Büyük, küçük bütün devletler onun cenaze töreninde bulunmak üzere temsilciler göndererek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna karşı duydukları derin saygıyı belirten mesajlar gönderdiler. 16 Kasım günü Atatürk'ün tabutu, Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören salonunda katafalka konuldu.
Üç gün üç gece, gözü yaşlı bir insan seli ulu önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını ifade etti. Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. On iki generalin omzunda sarayın dış kapısına çıkarılan tabut, top arabasına konularak, İstanbul halkının gözyaşları arasında Gülhane Parkı'na götürüldü. Buradan bir torpido ile Yavuz zırhlısına nakledildi. Büyük Ada açıklarına kadar, donanmamız ve törene katılmak için gelmiş olan yabancı gemilerin eşlik ettiği Yavuz zırhlısı cenazeyiİzmit'e getirdi. Burada Yavuz zırhlısından alınan cenaze, özel bir trene kondu. Atalarına son saygı görevlerini yapmak üzere toplanan halkın kalbinde derin bir üzüntü bırakarak Ankara'ya getirilmek üzere hareket edildi.

Atatürk'ün vefatı üzerine cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri ile ordu ve devlet ileri gelenleri tarafından karşılanan cenaze, Türkiye Büyük Mîllet Meclisi önünde hazırlanan katafalka kondu. Ankara halkı da onun cenazesi önünden saygıyla geçerek son görevini yaptı. 21 Kasım 1938 Pazartesi günü, sivil ve askerî yöneticiler ile yabancı devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu ve on binlerce insanın katıldığı büyük bir tören yapıldı. Daha sonra Atatürk'ün tabutu katafalkta alınarak. Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre kondu. Türk milleti daha sonra, bu büyük insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir Anıtkabir yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan Atatürk'ün naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden getirilmiş olan vatan topraklan ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına yerleştirildi.